İnsan ve Bilgi
Sınırlarını bilemediğimiz muhteşem bir âlemde yaşıyoruz. Bu âlem, okunmayı bekleyen bir kitap olarak önümüzde duruyor. Engin manalarla dolu bu kitabın tek okuyucusu değilse bile, herhalde en anlayışlı bir okuyucusu, insan. Platon (Eflatun), "biz toprağın değil, göğün bitkisiyiz" derken insanın diğer canlılardan farklılığına dikkat çeker. Hamdi Yazır, bu farklığı şöyle ifade eder: "İnsan, yalnız arzî bir mahluk değildir. O, yerlerde daralırsa, göklerden yararlanmaya yetkilidir."
İşte insan, duyularıyla, aklıyla, sezgi gücüyle yerin ve göklerin sırlarını çözmeye çalışır. Bir taraftan ruhunun derinliklerine ulaşmak isterken diğer taraftan mikro ve makro alemin esrar perdesini aralamaya gayret gösterir.
Selahaddin Şimşek’in dediği gibi, "Büyük cevapları bulanlar, büyük soruları olanlardır." Varlık âleminin sırlarını çözmeye çalışmak, insanın en ulvî zevklerinden biridir. Hatta, denilebilir ki, insan bu yolda gayret göstermekle insandır.
Ufuk kelimesi yer ile göğün bitişik görüldüğü çizgiye verilen isimdir. İnsan, daha ilerisini göremediği böyle bir ufka ulaştığında yeni bir ufukla karşılaşır. Oraya vardığında ise yeni bir ufkun kendisini beklediğini görür, böylece bir ufuktan başka bir ufka açılır, devamlı yeni ufuklarla tanışır.
İnsanın önünde –ilimde, teknolojide, sanatta, tefekkürde, ibadette…- hep böyle yeni ufuklar vardır. Zira, diğer canlıların aksine olarak onun kabiliyetlerine bir sınır konulmamıştır. Mesela, diğer canlılardan olan arıya bakalım. Bu çalışkan hayvan binlerce yıldır bal yapar, hep bal yapar ve aynı şekilde yapar. Arı için bal yapımında yeni bir ufuk veya yeni ufuklar asla söz konusu değildir.
Newton, o güne kadar ulaşılamamış bir takım ilmi gerçeklerin ilanına vesile olmuştur. Artık bilim çevrelerinde "yüzyılların en büyük fizikçisi" ünvanıyla anılmaktadır. Hatta, Lagrange (ö. 1813), O'nun hakkında şöyle der: "Kimse Newton'un şöhretine ulaşamayacak. Çünkü keşfedilecek yalnız bir tek evren var."
Lagrange, Newton hakkında bu mübalağalı ifadeleri kullanırken, O gerçek bilim adamına yakışır bir değerlendirmeyle şunları söyler: "Herkesin beni nasıl gördüğünü bilmem. Fakat ben kendimi deniz kenarında oynarken önünde hiç keşfedilmemiş gerçekler okyanusu yayılmış duran ve cilalı bir çakıl taşı veya güzel bir istiridye kabuğu bulmakla zevk duyan bir çocuk gibi görüyorum."
Her geçen gün dev adımlarla ilerleyen ilim, ne kadar az şey bildiğimizi ortaya koymaktadır. Kâinattaki, âdeta sayısız diyebileceğimiz varlık skalası içinde, bizim varlığını tesbit edebildiklerimiz, okyanusta bir damla bile değildir.
Şu âyet-i kerime, insan bilgisinin sınırlılığını bildirir:
“Size ilimden çok az şey verildi.” (İsra, 85.)
Hz. Musa’nın Hızır’la yolculuğu esnasında cereyan eden şu olay, insan bilgisinin azlığını gösterme hususunda güzel bir misâldir:
Hz. Musa ve Hızır gemiyle yol alırlarken, küçük bir kuş geminin kenarına gelip gagasını suya daldırır. Hızır der: “Allah’ın ilmi yanında benim ve senin ilmin, şu kuşun denizden aldığı su kadar da değildir.”
İnsanlara verilen bilginin azlığını bildiren Kur’ân’ın hükmü, on dört asır önce hak olduğu gibi, günümüzde de haktır. İlerde de hak olmaya devam edecektir. Zira, hızla ilerleyen ilimler, bize cehaletimizi daha iyi anlatmaktadır. Yeni öğrenilen her bilgi, kapalı bir kapıyı aralamak gibidir. Bu kapıdan girildiğinde, açılmayı bekleyen pek çok kapalı kapı karşımıza çıkmaktadır.
Meselâ, mikroskobun keşfi, karşımıza o güne kadar farkına varmadığımız yeni bir âlem çıkarmıştır. Birkaç bin defa büyüten mikroskoplarla bu mikro âlemin sakinlerine bakıldığında, basit birer varlık olarak düşünülürken, bugün milyonlarca defa büyüten mikroskoplarla bakıldığında, bu canlıların ne kadar ince sanatlara sahip oldukları anlaşılmaktadır.
İnsanoğlu, başını mikroskoptan kaldırıp, teleskoplarla gökyüzüne bakınca, ilminin azlığının makro boyutuyla karşı karşıya gelecektir.
Fizîki âlemin sırlarını yakalamada bu derece âciz olan insanın, metafizik dünyanın sırlarını tamamıyla yakalayabilmesi elbette mümkün değildir.
Fakat, Hamdi Yazır’ın da dikkat çektiği şu husus unutulmamalıdır: Beşer ilminin sınırlılığı yanında, İlâhî ilmin sonsuzluğu, insanlar için ilmin imkânını ortadan kaldıran bir ümitsizlik delili olmayıp, bilâkis ilimde sonsuz ilerleme imkânı sağlayan bir bilgi ve şuur mebdeini meydana getirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder