25 Kasım 2008 Salı

Mektup örneği/Nurullah Ataç-Okuruma Mektuplar

Mektup örneği/Nurullah Ataç-Okuruma Mektuplar

*

Neden Okuruma Mektuplar? Onu bir anlatayim. “Hosuma gitti de onun icin,” deyip gecebilirim, yalan da olmaz; begenmesem secer miydim bu adi? Bir baskasini arardim. Eskiden Sohbet derdim yazilarima, sonra oz-turkceye ozendim de Soylesi dedim, bir takimina da Hayata Dair demistim, gene oyle bir sey bulabilirdim. Denemeler, Elestirmeler, Arastirmalar ne gune duruyor?.. Bakin, Aramalar hic de fena degil: yazi yazan dogruyu arar, bir guzellik arar, kendini arar, yazilarini okuyacak kimseler arar, Aramalar hepsini topluyor bunlarin… Bir zamanlar Derkenar uzerinde de durmustum, o da iyiydi. Arkadaslardan biri, Burhan Belge, bir gun benim yazilarim icin: “Derkenarimsi seyler,” demisti, o bunu dudak bukerek, kinayarak soylemisti ya, ben de bir ovgu diye karsilamistim: okuduklarimin, gorduklerimin, isittiklerimin bende uyandirdigi dusunceleri bir yana karalayivermek, baska nedir benim istedigim? Ama Derkenar sozune bir kohnelik sindi, bugun oz-turkceye hic yanasmayanlar bile onu kolay kolay kullanamazlar. Belki siz bilmezsiniz, dort bes yil oluyor, bir kitap cikarmistim: Gunlerin Getirdigi. O da uygun bir baslik olabilirdi. Yahut Gunun Getirdikleri… Ben Okuruma Mektuplar demeyi sectim. Hosuma gitti de onun icin! Baska sebepler de var.

Bir kere her yazi mektuptur. Siir, hikaye olsun, deneme, elestirme olsun, hepsi birer mektuptur. Bunu soylerken mektup sozunun Arapca’da yazilmis demek oldugunu dusunup cinasa ozendigimi sanmayin, cinastan busbutun kacinmam, ama simdi sirasi degil. Her yazi bir mektup oldugu gibi her resim, her ezgi, her yapi da birer mektuptur. Dusunen, duyan bir kimseden, dusunen, duyan baska kimselere haber, selam iletilecek bir mektup. Bircok kimselere yahut bir tek kimseye. Begenilmeyen bir eser, gonderilen bir kimsenin daha eline gecmemis bir mektuptur. Onu da anlayacak, sevecek bir kimse elbet vardir, ancak ikisi birbiriyle karsilamamistir. Yazik ki yazilarin, eserlerin de omru sonsuz degildir, bircoklari kendilerini anlayacak olanlara ulasamadan yipranir, yok olur giderler.

Bilirim, birtakim buyuk, yuksek yazarlar varmis, okuyuculari dusunmezler, okuyucu aramazlar ya da yalniz kendilerini memnun etmek icin yazarlarmis. Ben onlardan degilim, ben okurlarim icin yazarim. Tevfik Fikret’in misralarini hatirlarsiniz:

Size, ey bilmedigim kariler,

Size ithaf ile nesrediyorum bunlari ben…

Ben de, ey bilmedigim, gormedigim okurlarim, size sunuyorum bu yazilari. “Oyleyse neden “Okurlarima Mektuplar” demiyorsun?” diyeceksiniz. Hepinize birden soylemiyorum da onun icin. Her birinize ayri ayri soyluyorum. Benim yazilarimi hepiniz toplanip da okuyamazsiniz ki: Her biriniz odaniza cekilip okuyorsunuz, kalabalik icinde okusaniz bile kendi kendinize, icinizden okursunuz. Bilmiyorum siz yasli misiniz, genc misiniz? Kadin misiniz, erkek misiniz? Bilmiyorum; ancak sunu biliyorum: siz bu yaziyi okurken benimle bas basasiniz. Belki begeniyorsunuz, belki kiziyorsunuz, ikisi de makbulum, begenseniz de kizsaniz da benimle yalnizsiniz, beni dinliyorsunuz. Bu yazim, butun okurlarim icinde yalniz sizin icin yazilmis bir mektuptur.

Sunu da soyleyebilirsiniz: “Her yazi bir mektup sayilacagina gore bunlara Mektup’tan baska bir ad koymak daha dogru olmaz mi?..” Evet, her yazi bir mektuptur, ama her yazi mektup gibi yazilmaz. Mektup yazan adam ille bir konuda kalacagim diye cirpinmaz, oradan oraya gecer, yukarida bir soyleyecegini unutmussa onu asagiya yaziverir, kendinden acar, ahbaplarini, arkadaslarini anlatir. Ben de size bu mektuplari oyle yazmak istiyorum. Bir eksikliktir, bir kusurdur, bilirim, ama ne yapayim? elimde degil: ben bir konuya baglanamiyorum, konusur gibi, mektup yazar gibi, ondan ona geceyim diyorum. Sorayim ben size: bikmadiniz mi o bir konuya baglanan yazilardan? Anlamiyor musunuz? hepsi de sizi kandirmaya calisiyor. Bir dusundukleri var, onu soyluyorlar, dusunduklerinin tek dogru olduguna sizi de inandirmak istiyorlar. Siz de ille onlar gibi dusuneceksiniz. Benim yok oyle bir dilegim: benim ne dusundugumu size bir mektupla karmakarisik, darmadagin bir halde bildiriyorum. Ne dusundugumu… O da buyuk bir soz! Hayir size: “Ben iste boyle dusunuyorum,” da demiyorum, belki: “Sunlar da hatira gelebilir,” diyorum, iste o kadar. Sizi degil, kendimi bile inandirmaya ozenmiyorum. Dogrusu, inanmaktan, inananlardan korkarim ben: bir seye, bir dogruya inanmak, onun ziddini inkar etmek degil midir? Gonlum hic bir dogruyu inkara razi olmuyor. Bir bakin tabiata: kara ile ak yan yana, birbirleriyle uzlasarak yasamiyorlar mi? Oyle ise biz neden bir dogruya saplanalim? Butun dogrulari, birbirine zit gibi gorunen dogrulari, kendimizde toplayip birbiriyle uzlastirmaya calismak daha dogru olmaz mi?.. Hayir, ben sizi kandirmaya calismiyorum, sizi benim gorusume cagirmiyorum; ama, yavasca soyleyeyim, sizin icinizde supheler uyandirabilirsem, busbutun yanlistir diye bellediginiz bir dusunce icin size: “Kimbilir, belki bunun da bir dogrulugu vardir…” dedirtebilirsem, sevinirim.

Daha cok seyler soyleyecektim size bu mektubumda. Yukarida Tevfik Fikret’in iki misraini andim, Tevfik Fikret uzerinde biraz durmak isterdim; daha once oz-turkceye de dokundum, sizinle onu da konusmak isterdim… Ama pek uzun olurdu mektubum, okumaz, atardiniz. Unutmazsam, bir dahaki mektuplarim o konular uzerinde olur.

4 Subat 1951

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR